John Davies, Britanya'da, Rhondda Vadisi'ndeki madene ilk defa indiğinde 12 yaşındaydı. Bu fotoğrafını çektiler. Davies'in dünyaya gözlerini açtığı yıl, 1897'de, Okyanus'un öbür yakasında madenciler ayaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri'nde 72 milletten göçmen, yerin yedi kat altında boğaz tokluğuna ter döküp can vermekten bıkmıştı.
Pennsylvania’daki grevci işçiler, 1897 Eylül’ünde sendika hakkı için Lattimer ocağına yürüyüşe geçtiler. Şerif, silahlı adamlarıyla karşılarına dikildi, ellerindeki Amerikan bayrağını çekip aldı ve “Dağılın!” dedi. Dağılmaya çalıştılar, ama arkalarından ateş açıldı, Polonyalı, Slovak ve Litvanyalı işçilerden 25'i öldü. O zamanın işçileri serbest piyasa ekonomisini iyi kavrayamamış olmalıydılar ki, İngiliz, İskoç, Galli bakmadan biraraya geliyor, topluca ölüyorlardı. Hırvat, Bohemyalı ve İtalyan işçiler de arkadaşları öldürülünce tıpış tıpış işe dönmüyorlardı.
Şerif, kalan sağlarla başa çıkamayacağını düşünüp Ulusal Muhafızları çağırdı. Onlar da tüfekleri ve toplarıyla geldiler. Toplar işe yaramadı. İşçiler maden maden dolaşıp sendikayı ve grevi yaymaya devam ettiler.
Ellerindeki tüfekler sizi yanıltmasın, esas olarak, avlanıp karınlarını doyurmak için taşıyorlardı bunları. Yine de, madenden madene sıçrayan sendika, ortalıkta dolaşan silahlı işçiler... piyasalar fena halde huzursuzdu.
Virden, 1900'lere girerken yörede ufacık bir madenci kasabasıydı. 20 yıl sonraki hali de buydu. Chicago Virden Kömür Şirketi’nin patronları, grevci işçilere karşı, madenin etrafına yüksek bir ahşap duvar çektirmiş, arkasına silahlı muhafızlar koymuş, bekliyorlardı. Madene sendika girememiş, ama iş de durmuştu. Patronlar güneyden, Alabama’dan 200 kadar siyah işçi toplayıp, aileleriyle birlikte trene bindirdiler, yola çıkardılar. Virden’da işçiler bunu haber almış, tren yoluna barikat kurmuş bekliyorlardı. Tren Illinois’ye yaklaştığında, bütün bunlardan hiç haberi olmayan siyahlar, trene silahlı beyaz adamların bindiğini gördüler. Siyahların bulunduğu vagonun pencerelerindeki perdeler indirildi, vagonun kapıları kilitlendi. Tren Virden’a girerken, demiryolu civarında bekleşen işçilerin üzerine trenden ve madenden ateş açıldı. Sekiz işçi öldü, kırkı yaralandı.
Ateş edenler ustaydı. Maden şirketi, eski polisleri ve özel detektifleri getirmiş, onları Winchester tüfeklerle donatmıştı. İşçiler de hazırlıksız değildi, onlar da karşılık verdi. İşverenin silahlı kuvvetlerinden dört kişi öldü, beşi yaralandı. Tren, siyah işçileri getirdiği gibi geri götürdü. Onlardan sadece biri yaralanmıştı. İşçiler sekiz ölü vermiş ama şirketi alt etmişlerdi. Bir ay sonra patronlar, hem ücret artışını hem de sekiz saatlik işgününü kabul ederken, grevi kırmak için Ulusal Muhafızları çağırmaya yanaşmayan valiye küfrediyorlardı.
E, tabiî, serbest piyasanın işleyişi bozulmuştu. Şöyle olmalıydı: Sen birilerinin sırtından kazanırsın, onlar itiraz ederse vali muhafızları çağırır.
Virden’lılar da aradan yüz kusur yıl geçtikten sonra kasabalarına 1898’de yaşananları hikâye eden bir anıt yaptırdılar. İzlediğiniz, 2006’da açılan bu anıtın görüntüleri.
Türkiye’nin ne kadar çok yerini böyle anıtlarla bezeyebiliriz... Hem bronz sektörü canlanır, piyasaya katkı olur.
Virden'da ölen işçiler için sendika, az ötedeki Zeytin Dağı’nda arazi alıp bir anıt-mezar yaptırdı. Amerikan işçi hareketinin efsanevi şahsiyeti Mother Jones, yani “Jones Ana”, “Beni bu cesur oğlanların yanına gömün” diye vasiyet etti, onu da Zeytin Dağı’na gömdüler.
Virden katliamıyla ilgili New York Times kupürünü ararken, önce gazetenin ana sayfasına giriyor ve haliyle, güncel haberlerle karşılaşıyorsunuz. Ve bu işi tesadüfen 6 Nisan 2010 günü yaptıysanız, karşınıza West Virginia’da 29 işçinin öldüğü maden kazasıyla ilgili haber çıkıyor.
İnsanlık durmaksızın ilerlediğinden, 21. yüzyılda madencilerle ilgili haberler artık katliamlar değil kazalar hakkındadır.
Jonny Cash'ten dinliyoruz: Sixteen Tons
Rhondda Vadisi, Galler'in güneyinde. Artık madenciliğin gözde mekânlarından değil. Fred Stapleton'ın resmi bize bir başka yüzünü gösteriyor, ama vadi bir zamanlar hem maden kazaları hem de militan işçi mücadeleleriyle ünlüydü. 1856'da 112, 1867'de 178, 1880'de 101, 1905'de 120 madenci kazalarda can vermişti. Bu yörenin işçileri, Britanya'da sosyalist ve komünist derneklerin, partilerin kurulmasında önemli roller oynadılar. İspanya İçsavaşı'nda faşistlere karşı Uluslararası Tugaylar'da savaşmaya gidenlerin arasında pek çok Rhonddalı vardı.
Virden'dan sözederken, arkada J. P. Fraley'in "One Morning in May" parçasını dinliyoruz. Kentucky'li kemancı-besteci Fraley, hayatının önemli bölümünü madencilik araç-gereci satarak geçirdi. Özgün tonu ve çalışıyla ün kazandı. En meşhur parçası, 1970'lerde yaptığı "Wild Rose of the Mountain". Katliam anıtı bahsineyse Californialı grup Nico Vega'nın "Coal Miner's Song"u eşlik ediyor. Davullu, gitarlı, sert, fakat basçısız bir üçlü. Şarkıcı Aja Volkman'in tarzını Janis Joplin'e benzetiyorlar.
Virden Anıtı'ndan, Craig Newsom'un harika fotoğrafları sayesinde haberdar oldum. Katliamdan 100 sene sonra, Virden'ın kuruluşunun 150. yılını vesile eden kasabalıların bronz ustası heykelci David Seagraves'i tutup böyle bir anıt yaptırmış olmaları elbette çok ilgi çekiciydi. Bu vesileyle Craig ile yazışıp tanıştım, fotoğrafları gönderdi. Sonra Zeytin Dağı'ndaki (Mount Olive) Mother Jones'un kabrinin fotoğraflarını da istedim, onları da gönderdi. İnternet dayanışmasının pek güzel bir örneğini yaşadık. Craig, Illinois'de, Springfield'de Blackburn College'da öğretim üyesi ve sanatçı. Fotoğraf, heykel ve desenlerini görmek için tıklayın.
New York Times’ın haberinde (13 Ekim 1898) dikkat çekici olan, gazetenin, işçilerin ateşine trenden siyahların karşılık verdiğini, birçok siyahın yaralandığını yazması. Oysa haberde, trende bulunan silahlı muhafızlardan da bolca sözediliyor. Bunların bir kısmı işçilerin intikam alacağından korkup kaçmış, o da yazılmış. Haber, gönlü işverenden yana kayarken gerçeğe ihanet etmeme kaygısı taşıyan tipik ana akım gazetecilik örneği. Yani epey kaygan. Yoksa, "en azından böyle bir kaygı var" mı demeliyiz? Batı'daki gazeteciliği Türkiye'dekinden ayıran, kolladığı çıkarların farklılığı değil, mesleğin meşruiyetini koruma kaygısıdır.