Magazincilik deyince olduğun yerde kal, sakın kıpırdama!
Bir de soyunsaymış...

 
 
Manken Asuman Krause'nin "nü" fotoğraflarıyla ortalığı karıştırmasının ilk sonuçlarından biri, bilumum magazincilerimizin aklına aynı şeyin gelmesi oldu: Başka birtakım mankenler bulundu, onların "göz-gönül açma" galerisinde yükseklere asılabilecek pozları arşivlerden çıkarıldı, "Aslında ben soyunacaktım", "Valla ben öyle şey yapamam", "Ben bi çıkarsam..." türü seçkin haberler yapıldı. Bunlardan şahsen beni en çok çarpanı, 15 Ocak'ta Hürriyet'in 2. sayfasının tepesine yerleşmiş olandı. Manken Aysun Kayacı, "Çıplaklıktan kaçmam. Ama böyle bir çekim için ne kendim ne ailem ne de sevgilim açısından cesaretim yoktu," demişti. Ve tabiî ki, "ilk soyunma teklifinin" kendisine geldiğini söylüyordu. Tamam, mâlûm hikâye... Yalnız, bu habere, Asuman Krause'nin "nü" fotoğrafının yanısıra, Aysun Kayacı'nın da "soyunmamış" halini gördüğümüz bir fotoğraf eşlik ediyordu. Görüyorsunuz burada da. Gözlerim mi bozuk, niyetim mi kötü, salak mıyım, yoksa birileri hepimizi salak yerine mi koyuyor? Nasıl soyunacak bu kadın daha? Yoksa Asuman Krause'nin üstü başı fora ederek topladığı puanla arayı açmasını telâfi etmek zorunda mı bütün bu oldumcuk kadınlar? (15 Ocak 2002)


Haber için olay değil niyet esas

Magazin gazeteciliğinin habercilikten tamamen uzaklaştığını göstermeye çalışıyorum boyuna. Su sadece yapılan edilenden değil yapılmayandan, görülmeyenden de belli. Neyin niye yapıldığı konusunda düşünürken burnumuza çok kötü kokular gelişinden de. Buyurun, 15 Ocak tarihli Hürriyet'ten, sayfanın dibinde kalmış bir minik haber: "Bir zamanlar TÜBİTAK'ın yarışmasında fizik dalında birincilik kazanan ve sonra da tiyatro oyunculuğu ile sunuculuk yapan, son olarak da şansını şarkıcılıkta deneyen Özlem Savaş, yaşadığı ekonomik krizden dolayı pavyonda şarkı söylemeye başladı. Şeker Bayramı'nın birinci günü anlaştığı Konya Cinema Clup'ta 11 geceliğine günlüğü 400 milyondan anlaşan Savaş, beklediği ilgiyi görmeyince dördüncü gün işinden oldu." Burada elbette tam teşkilâtlı bir magazin haberi konusu var: TÜBİTAK fizik birinciliğinden pavyona... Magazin basını bu haliyle bunun hakkını elbette veremez. Dokunmaması daha iyi. Öte yandan, Şeker Bayramı'nda, yani yaklaşık bir ay önce cereyan etmiş bir hadiseden bahsediliyor. Bu niye 15 Ocak'ta haber oluyor? Özlem Savaş için "pavyonda da tutunamadı" haberi yapılmasının ardında -tabiî ki gazetecilikle ilgisi olmayan- hangi nedenler var? (15 Ocak 2002)


"TV'ye çıkma hakkı"

Günümüz Türk büyüklerinden Hande Ataizi, Sabah'a (15 Ocak) Hülya Avşar'dan pozitif elektrik aldığını falan anlatırken hayatımıza ışık tutacak mühim bir laf etti. Ataizi'ne "Halya Avşar sizi estetik ameliyatlarınızla ilgili biraz sıkıştırdı. (Programa çıktığınıza) pişman oldunuz mu?" diye sorulmuş. Şöyle buyurdu kendileri: "...insanlar güzel şeyler görmek istiyorlar. Eğer biz televizyona çıkma hakkına sahip olmuş sanatçılarsak ve orada güzel bir şey gösteremeyeceksek hiçbir anlamı yok." Alın size üç bilinenli bir denklem. "Güzel şeyler" görmek isteyen "insanlar", TV'ye çıkma "hakkına" sahip "sanatçılar" ve "göstermeleri" gereken güzel "şeyler". Bence Ataizi durumu gayet iyi toparlamış. Hak, güzel şey göstererek elde ediliyor, gösteremezsen veya gösterdiğin şey güzel değilse hakkın olmuyor. Bu, TV dünyamız hakkında son yıllarda yapılmış en güzel tanımdır. Ataizi'ni kutluyor, kendisine iki minik uyarı yapıyorum: Her bir "şey"ini ayrı ayrı güzelleştirmeye çabalarken kendisi gösterilecek bir güzel şey olmaktan çıkabilir; dikkat! İkincisi, güzel veya değil, bir "şey" olduğunu bilerek davranmalı. (15 Ocak 2002)


Magazincilik deyince olduğun yerde kal, sakın kıpırdama!
Tarkan Nezihe ile mi göbek attı Bilge ile mi?

"Magazin", bizim basın için "ne dayasan gider" anlamına geliyor. Bugünkü içeriği ve kullanımıyla magazin, gazetecilikten tamamen uzaklaşmış bulunuyor. "Magazin", aslında bir gazetecilik dalının, bir haber kategorisinin adı. Ama bizde herhangi bir malzemenin magazine ayrılmış sayfa ve programlarda kendine yer bulabilmesi için, "haber" niteliği taşıması bile gerekmiyor.

Bu uydurmacılık-dayamacılık magazinle ilgili tek problem değil tabiî. "Magazin" tanımlaması, aynı zamanda, aklın, mantığın, yazılmış üç cümle arasında bir iç tutarlılık bulunması gereğinin de tamamen yok sayılmasını meşru kılıyor.

14 Ocak tarihli Sabah gazetesinin yarım sayfasını (bir gazetenin yarım sayfası!) kaplayan üç habere göz atacağız. En büyüğünden başlayalım.

Tarkan Bilge ile ne yaptı?

"Nezihe'nin göbeği Tarkan'ı mest etti". Sabah'ın 2. sayfasında bu haberin kapladığı alan tam çeyrek sayfa. Ortada sahiden de hiç değilse bir "olay" var: Tarkan, sevgilisi Bilge Öztürk'le Q Jazz Bar'a gitmiş, Harem grubunu dinlemiş, grubun Türk dansçısıyla pek ilgilenmiş.

Sabah, spotta, "Sevgilisi Bilge ile Q Jazz Bar'da sahne alan Harem Grubu'nu dinlemeye giden megastarımız felekten bir gece çaldı" diyor. Buradaki "megastarımız" ifadesi de insanı kendinden geçirecek nitelikte. Millî sahiplenmenin böylesine az rastlanır. Ama biz ona takılmayalım. Bakalım, Sabah magazin servisinden Özay Oral'ın haberine göre Tarkan Q Jazz Bar'da neler yapmış:

"Bilge'yle karşılıklı göbek attı" (dişi resimaltı başlığı)

"...Bilge Öztürk'le birlikte dakikalarca karşılıklı göbek attı" (resimaltı)

"...Tarkan sık sık sevgilisiyle karşılıklı göbek attı" (haber)

Evet. Açık herhalde.

Ancak! Haberin başka bir parçasını okuduğumuzda bu açıklık yok olacak:

"...ünlü sanatçının gece boyunca dikkatini grubun arkasında hem dansıyla hem de sesiyle kendini gösteren Türk dansçı Nezihe çekti. Nezihe'nin dansından gözünü alamayan Tarkan, sevgilisi Bilge Öztürk ile pek fazla ilgilenmedi. Program bitince sevgilisini kucaklayan ünlü sanatçı dakikalarca Bilge'nin dudaklarından öperek gönlünü almayı başardı..."

Ee? Nasıl olmuş yani? Tarkan bütün gece sevgilisiyle karşılıklı göbek mi atmış yoksa bütün gece sahnedeki dansçıyla ilgilenmiş, sevgilisi de bozulmuş, o da daha sonra onun gönlünü mü almış? Nasıl oluyor da "dakikalarca karşılıklı göbek atıyor", ama aynı anda "pek fazla ilgilenmediği" için sorun oluyor?

Şuna bakar mısınız: Tarkan'ın bir eğlence yerinde ne yaptığı gibi, üç-beş ihtimale açık olmayan, dünyanın en basit hadiselerinden birini aktarıyor magazinci. Ama sekiz-on cümlelik haberde bize birbirinden tamamen farklı ve taban tabana zıt iki bilgiyi sunabiliyor.

Ne önemi mi var? Çok önemi var. Çünkü günümüzün magazin gazeteciliği sadece incir çekirdeğini doldurmayacak dayama-yaslama malzemeyle bir tür çevre kirliliği yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda ciddî bir zihin kirlenmesi de yaratıyor. Eğlence veya oyalanma dediğimizde, burada illâ her türlü aklın mantığın ve en azından olanı biteni doğru bir şekilde aktarma yükümlülüğünün ortadan kalktığını mı düşünüyor magazinci?

Yoksa acaba hiçbir şey düşünmüyor mu? Veya şöyle mi sormalıyız: herhangi bir şekilde, "düşünmek" dediğimiz eylemi yapabiliyor mu?

E, yapsak ya yine "böyle bir şey"...

İkinci haber, ilk sayfadan anonsla duyurulup 2. sayfanın tepesine konmuş olan, Aşkın Nur Yengi-Kadir İnanır aşkı işgüzarlığı. Haberden anladığımız, Aşkın Nur Yengi, Kadir İnanır ve Osman Yağmurdereli Papermoon'da yemek yemişler, bu da "Aşkın-Kadir başbaşa" haberleri çıkmasına yolaçmış. Sabah muhabiri Taylan Kılınç, Aşkın Nur Yengi'nin sahneye çıktığı Günay'a Kadir İnanır'ın geldiğini, "iki ünlü arasındaki sıcak yakınlaşmanın gözlerden kaçmadığını" bildiriyor. Ama Aşkın Nur Yengi, Kadir İnanır'la "gerçek hayatta aşk yaşamak istediğini", bunun bir dizide falan rol icabı olabileceğini söylüyor.

Haberin şu kısmı harika:

"...'Daha önce aynı dizide rol aldığınız Haluk Bilginer ile de aranızda aşk dedikodusu çıkmıştı. Kadir İnanır ile böyle bir şey olabilir mi?' sorusunu ise güzel sanatçı şöyle..."

Bakar mısınız? Muhabir ne demek istemiş Aşkın Nur Yengi'ye? "O zaman böyle bir dedikodu çıkarmıştık, şimdi de Kadir İnanır'la çıkarabilir miyiz?" mi demek istemiş?

Ortada haber filan yok. Hem ilk sayfaya hem de bu tür haberlerin toplaştığı 2. sayfaya bir Aşkın Nur Yengi fotoğrafı attırıp "hani olsa fena mı olur?" cinsinden bir temenniyle de süsleyince olmuş magazin malzemesi.

Israr ediyorum: Gerekli mi, gereksiz mi, bizi ilgilendirir mi... falan faslını bir yana bırakalım ve Kadir İnanır'la Aşkın Nur Yengi arasında -o tabiri kullanayım- "bir aşk doğar"sa bunun haber olacağını kabul edelim. Sabah'ın haberi, bize tam da böyle bir durumun olmadığını bildiriyor. Bir yandan da, işgüzar gazeteci dedikodu çıkarma ihtirasını satır arasında itiraf ettiği için iyice gülünç oluyor. Böyle bir haber olur mu? Böyle bir durumda, "Canım, magazin..." denebiliyorsa, bu magazin dediğimiz şey artık gazeteciliğin bir kolu sayılamaz demektir.

Hangi biri?

"Genç oyuncu Ceyda Düvenci"nin "mesleğe verdiği 4 aylık boşlukta her şeyi çok daha iyi gözlediğine ve bu işin kendisine göre olmadığını anladığına" ilişkin haber de ayrı bir âlem. Resimaltında, "Ceyda Düvenci lokantacılığa soyunuyor" yazılı. Haberde, Düvenci'nin eşinin lokantasında işlere yardımcı olduğu, şimdi de kendisinin Ortaköy'de bir lokanta açmak için hazırlık yaptığı belirtildiğine göre, bu, "Ceyda Düvenci lokanta açıyor" haberi olabilir. Ama başlığı, "Gençliğim heba olup gidiyor". Haberde Düvenci'nin bu tür lafları var. "Göz önünde olamamaktan", rol alamamaktan, projelerinin reddedilmesinden yakınıyor. O halde bu, bir genç oyuncunun piyasaya siteminin haberleştirilmesi. Ama başta da "bu işin -oyunculuğun- kendisine göre olmadığını anladı" deniyordu. O vakit bu, "Ceyda Düvenci oyunculuğu bırakıyor" haberi mi?

Burada iki somut unsur var: eğer sadece laftan ibaret değilse, "bu işin kendisine göre olmadığını anlama" faslı ve ikincisi, lokanta açma hazırlığı. Ama haberin başlığı bu ikisiyle de ilgili değil. Düvenci'nin "gençliğinin hebâ olup gittiğinden" yakınışı başlığa çıkarılmış.

Ortada iki somut unsur varken bu. Niye? Çünkü aslında haberi yapan da biliyor ki, aslında ortada hiçbir şey yok. Düvenci güzel bir kadın. Sayfaya konan fotoğrafı da güzel. E, altına da bir şey yazılacak herhalde.

Peki, bu niye "Ceyda Düvenci lokanta açıyor" haberi değildir?

Çünkü "Gençliğim hebâ olup gidiyor" lafı daha fazla ilgili çekebilir.

Ama bu söylenebiliyorsa, demek ki "bu işin kendisine göre olmadığını anladı"nın bir kıymeti harbiyesi yok.

Ve aslında bütün bunlara hiç lüzum yok.

Magazin gazeteciliği kendini yeyip bitiriyor. Magazin gazeteciliğimiz, bu haliyle, "mesleğe verilmiş boşluk"tan başka bir şey değil. (14 Ocak 2002)