Magazin basınına yeni gıda maddesi: Yılmaz Erdoğan'ın "ilişkisi"
Magazin burada, izan nerede?

 

Magazin basınımıza yeni gıda: "Tiyatrocu, şovmen Yılmaz Erdoğan'la manken, oyuncu Sinem Güven aşkı". Televizyonlardaki magazin programlarına en az beşer dakikalık malzeme, gazetelerin ilgili sayfalarına iç gıcıklayıcı Sinem Güven fotoğrafları basmak için kıyak vesile.

Olayın kendisine dair diyecek lafımız olamaz. Kim kiminle ne yapacaksa yapar, başkasına laf düşmez. Belki sadece şunu sorabiliriz: "O âlem"in insanlarının ille de "oradan" birileriyle "aşk yaşaması" (magazin söyleminin bazı laflarına bayılıyorum) mecburi midir? Bunu yadırgamamalı mıyız? Yoksa, aksi halde başka masum insanlar TV programları ve magazin sayfalarında durmadan teşhir edilecek, rencide edilecekti, diyerek sevinmeli miyiz?

Bir de, insan ister istemez takılıyor: Bir "eserini" tanıtmak için basın toplantısı yaptığında, insanın, "yeni ilişkisini açıklamak" durumuda kalması nasıl bir ruh hali yaratır? "Evet, ben filancayla beraberim" duyurusu yapmak nasıl bir duygudur? Başbaşa dolaşmak istenen zamanlarda her an köşeden bir muhabir+kameraman ordusunun çıkabileceğini bilmek insanı ne hale getirir, filan...

Biz haberi Sabah'tan (1 Şubat) okuyalım: "II. Kemerburgaz kuşatması". Başlık bu. Niye Kemerburgaz? Çünkü Yılmaz Erdoğan'ın evi orada, Sinem Güven oranın "yolunu arşınlamak" durumundaymış. Niye "II."? Çünkü Sinem Güven'in önceki eşi de Kemer Country'de oturuyormuş (zaten oranın sahibi). Niye "kuşatma" da meselâ "sefer" değil? Tabiî ki bilmiyoruz. Magazinde izan, mantık vs. aranmaz. Haber magazin sınıfına girince, akıl-mantık kullanımı da gerekmiyor, dil de kendi televolesini yaratıyor.

Dolayısıyla, Sinem Güven'in, eşinden ayrıldıktan sonra "başka aşklar yaşaması" ile kendisinin "çapkınlık konusunda podyumların en 'başarısız' mankenlerinden biri olarak kabul edilmesi", dolayısıyla, magazincilerin onun eşinden sonraki "başka aşklarına" dair ancak tek isim verebilmesi arasında çelişki aramamız da sözkonusu olamıyor. Yılmaz Erdoğan hakkında, "magazin basınını çapkınlığıyla da her zaman meşgul eden isimlerin başında geldi" dendikten sonra sadece iki "ilişkisinin" sayılmasına da takılamıyoruz.

Ama şuna takılmadan edemiyoruz; bakın, Sabah magazin servisi nasıl da kendisinden tamamen bağımsız, nesnel bir olaydan sözedermiş gibi: "...Sinem, yeni ilişkisiyle uzun müddet magazin servislerinin en önemli haber malzemelerinden biri olacak gibi görünüyor".

Buradaki öznenin "Sinem Güven-Yılmaz Erdoğan beraberliği" filan olmayıp sadece "Sinem" olması, magazincinin zihnindekini farkında olmaksızın dışavurmasından. Şimdi boyuna Sinem Güven'in fotoğraflarıyla göz-gönül açma haberleri yapacaklar ya...

Mantık doğranırken, dil iğfal edilirken...

Hazır magazin olayına girmişken, yukarıdaki haberin yeraldığı sayfada bulunan bazı başka mücevherlere de göz atalım.

Meselâ: "...Derya Tuna, (İbrahim Tatlıses ile) artık eskisi gibi bir araya gelmelerinin hiçbir şekilde söz konusu olmadığının altını çizdi. Derya Tuna, adeta Tatlıses'e olan aşkının bittiğini itiraf edercesine 'İbrahim Bey benim için artık sadece bir sanatçı' diye konuştu..."

Bıkmadan usanmadan soracağımız soru şu: Magazinci her türlü akıl yürütme mecburiyetinden bağışık mı, kullandığı dile ketçapa bulanmış hamburgerci peçetesi yapma hakkını nereden alıyor?

"...Altını çizmiş"! İyi. Bir de dipnot koysaymış. Derya Tuna'nın söylediği ve haber yapılan esas laf bu zaten! İri çuval biraz biraz daha ötede duruyor: "âdetâ ... edercesine"... "Âdetâ itiraf ederek" değil - bu da saçma olurdu ya. "İtiraf edercesine" de değil. "Âdetâ itiraf edercesine". Ayrıca, niçin "itiraf"? Kadın ısrarla bir şey söylüyor. "İlân edercesine" denebilir. Tam bir kirlilik.

Geçelim başka habere: "... İlk kez bir orkestra eşliğinde canlı şarkı söyleyecek olan seksi şarkıcı, aynı zamanda danslarıyla da kendisini dinlemeye gelenleri büyüleyecek. İlk ciddi sahne deneyimi öncesi oldukça heyecanlı olduğunu söyleyen Petek Dinçöz, 'Bu işi kıvırıp kıvıramayacağım şimdi belli olacak. Ya batacağım, ya çıkacağım' diyor."

Bu haberin başlığı da, "Büyük sınav bu gece". Dinçöz de zaten "kıvırıp kıvıramayacağım şimdi belli olacak" demiş, habere inanacak olursak. Ama magazinci bütün bu haberi tamamen gereksiz ve anlamsız kılan bir cümle kaleme alıyor ve bundan hiçbir sıkıntı duymuyor: "...herkesi büyüleyecek". Nereden biliyorsun kardeşim? Kadın kendi bile şüpheli. Öyle değil mi? E, siz söylüyorsunuz!

Bıkmıyoruz, öbür habere geçiyoruz: "... sevgilisi Bilge ile baldızı Berna'nın DJ'lik yaptığı Gatto'ya gelen Tarkan, gecenin tadını çıkardı. Çıkışta kendisini bekleyen basın mensuplarını görünce büyük şaşkınlığa uğrayan Tarkan..."

Aklınız alıyor mu? Tarkan basın mensuplarını görünce "büyük şaşkınlığa uğramış". E, doğru tabiî, uğramıştır; çünkü ilk defa görüyor ya basın mensuplarını gittiği bir yerde...

İnsan yazdığını bir defa olsun okuyup, "ben burada ne demek istiyorum?" gibi bir soru sormaz mı kendine?

Yine geçelim: "... İnsanların, elleriyle yarattığı "canavar'ların (veya doldurduğu silahların) günün birinde kendilerine karşı kullanılması ancak doğal bir sürecin sonucudur."

Nasıl yani? Güneşin bitki yapraklarındaki kimyasal maddeleri harekete geçirmesiyle falan mı oluyormuş bu? Ya da böceklerin tohumları, yılanların da böcekleri yemesiyle falan mı ilgili? Niye "ancak"? Yoksa sadece "insan kendi eliyle canavar yaratırsa bu kendine karşı kullanılır" mı denmek isteniyor? Peki ya "doldurulan silahlar"..?

Bir dakika. Pardon. Bu magazin sayfasındaki haber değilmiş ki. Niye bununla uğraşıyorum? Bu Ruhat Mengi'nin yazısı. Bize daha başlığından "Gazetelerin bir kalitesi olmalı" diyen bir yazı. (1 Ocak 2002)