Yeni Türk kadın düşünürlerinden Nur Çintay A., Radikal Cumartesi'de (9 Şubat 2002) manşet-kapak olan yazısında, "bizi yoran aşklar"ı ... ele aldı mı desek... teşhir etti demek daha doğru galiba. Ya da belki sadece üstlerine basıp geçmiştir. Radikal'in "Hayat Bağları" köşesinin sahibinin kendisi ve yakın çevresine hâkim birtakım insanî zaafları erdem zannederek dilediğince çam devirmeye yeniden girişeceği anlaşılıyor. Arkadaş meclislerindeki dedikodu seanslarında yapsa karışamayacağımız şeyleri koca gazete sayfalarına yayarak üstümüze boca ettiğinde, bizim de kendimizi savunma hakkımız ve ihtiyacımız doğuyor haliyle. Çintay A.'dan bahsetmenin bir sebebi ve anlamı daha var. Bir defasında, yanılmıyorsam Hakkı Devrim'di, Nur Çintay A.'dan sözederken, "B'si de var mı acaba?" diye sormuştu. Var. B'si, C'si... özellikle W'si, X'I ve Q'su var. Onlardan çok var. İnanılmaz bir pervâsızlıkla, çoğu kavrayışsızlıklarının ürünü olan hezeyanlarını insan ve hayat hakkında muhteşem görüşler sanarak her tarafa asıyorlar. Ve fena halde sinir bozuyorlar. Radikal Cumartesi'deki "Bu ne sevgi ah ne bu ne ıstırap!" yazısı bunun sipsivri bir örneğiydi. "Sıkıcı"ymışlar, "bizi yoruyorlar"mış Mevzu kabaca şuydu: Birtakım çiftlerin bitmek bilmeyen ilişkileri, Nur Çintay A. ve "biz" dediği birilerini yoruyormuş. Bu ilişkilerin başlıca özelliği "sıkıcılık"mış. Bunlar renksiz, pırıltısız, hiçbir heyecana yer vermeyen, hiçbir özelliği olmayan, niye sürdüğü belli olmayan, acayip birtakım ilişkilermiş. Falan... Bu kapsamda biraraya toplanmış ilişkiler şunlar: Rahşan-Bülent Ecevit, Sedef-Mehmet Ali Erbil, Silel Turnagöl-Keram Alışık, Zuhal Olcay-Haluk Bilginer. Nur Çintay A. ve benzerlerinin temel formasyonu postmodernlik olduğundan, herhangi bir başlık altına birtakım örnekler toplayacaklarında bunlar arasında bir tutarlılık bulunması gerektiğini söyleyemeyiz onlara. Hem zaten bu durumda ortak nokta bizzat Çintay A. tarafından tesbit edilmiş ve yazı bu "konsepte" dayanıyor: sıkıcılık. İlâveten, bir de "bizi yormaları". Rahşan-Bülent Ecevit çiftinden sözederken Çintay A., Rahşan Ecevit'in vaktiyle kendisiyle görüşen bir muhabirin sorusuna verdiği cevabı konu ediyor. Muhabir, "Kısa bir tatilinizi birden seyahatle değerlendirmek aklınıza gelir mi? Fanteziden hoşlanır mısınız?" Çintay A., "Tabiî ki beklediğiniz cevabı verir Ecevit," diyor. "Fantezinin hayatımızda yeri yoktur." Çintay A. soruyor bize: "Ne o, sıkıcı mı dediniz?" Böylece anlıyoruz ki, fanteziye yer tanımayan ilişkiler sıkıcıdır. Nur Çintay A. ve günümüz Türk kadın düşünürlerinin yazılarında (bu zaten bir anlamda 'hayatları' da demek oluyor) bu kavramın önemi büyüktür. Fantezi olacak, çılgınlık olacak, yoksa ne anladım ben ilişkiden? Kuru-pilav: Potansiyel fantezi Nur Çintay A., Ecevit'lerin evleniş öyküsünü anlatıyor: "Neticede 1944 yılında Bülent bey, Rahşan hanımı bir öğle yemeğine davet eder. Kuru fasulye-pilavın sonunda da 'Hayatta en çok sevdiğim şey sensin. Benimle evlenir misin?' diye sorar." Kuru fasulye-pilav burada şüphesiz, çiftin yaratıcılıktan ve eğlenceden yoksun, ruhsuz renksiz hayatının simgesi olarak özellikle önemlidir. Tabiî biz, Nur Çintay'ların bir süre sonra herhangi bir başka vesileyle, "Öğle yemeğinde kuru-pilavla evlenme teklifi ha? Waaauuvv!" diye havalara fırlayıp fırlamayacağını bilemeyiz. Çünkü kimileri için de bu pekâlâ acayip fantezi olabilir. Ne o, 'olmaz' mı dediniz? Nur Çintay A., Ecevit çiftinin ilişkisinin sıkıcılığını anlatmak için Rahşan Ecevit'in şu sözlerini de aktarıyor: "Bizi anlamıyorlar. Bülent benim oğlum, eşim ve babam. Ben de onun kızı, eşi ve annesiyim. Bunu kavrayamayanlar sevgimizi anlayamazlar." Nur Çintay'ın, kendini bunu anlayanlar sınıfına sokması için elbette hiçbir sebep yok. Şu münasebetsizce finalle bitiriyor yazının bu bölümünü: "Allah gecinden versin ama biri gittiğinde diğerinin bu tarafta kalma süresi nedir sizce?" Kusura bakılmazsa, bunun büyük bir terbiyesizlik olduğunu söyleyeceğim. Bu, bir sonsuz gençlik ideolojisi midir, "bana ne, sayıyla mı verdiler, gebersin gitsin renksiz ruhsuz tipler" küstahlığı mıdır, nedir? Üstelik, aşağılamaya çalışırken yücelttiği şeyin de zerre kadar farkında değildir düşünürümüz. Belki de kızılacak değil acınacak haldedir. "Bizi gıcık ediyorlar" Sibel Turnagöl ile Kerem Alışık için Nur Çintay A., kendisi gibilerin öncülerinden Ayşe Arman'a başvuruyor. Arman demiş ki, "Her önüme gelene sordum. Pek çok insan ... (onların) bu 'ne senle ne de sensiz' halinden gıcık alıyor." Hayatlarında olmayan iki insanın ilişkisi bu pek çok insanın neresine batmaktadır, onu anlayamıyoruz. Nur Çintay A. da tereddüde mi düşmüş, ironi mi yapıyor, karışık bir halde, Turnagöl ile Alışık'ın söylediği "akıllı şeyler"i aktarıyor bize. Turnagöl, "...evli bir çift olarak çocuğumuzla hiç tatile çıkamamıştık ama boşanmış bir çift olarak bunu yapabiliyoruz. Yarım evlilik diyelim," demiş. Alışık da, "Beni oğlu gibi sevmesi her şeyi anlatan bir cümle aslında," diye konuşmuş. "Bu nokta kolay gelinen bir nokta değil. Aşk, meşk, el tutma, öpüşme, gönül bağı değil mesele. Bu çok farklı bir yer." Nur Çintay A., her şeye rağmen kafası işleyen bir insan olduğu için, "Ne denir?" diyebiliyor sonunda. Peki, bu çift bizim için neden sıkıcı? Niçin "bizi yoruyor"? Onların "ne seninle ('senle' değil 'seninle') ne sensiz" durumu niçin bizi "gıcık" ediyor? Beceremediğimiz veya hiç aklımızın ermediği birşeyleri becerdiklerinden şüpheleniyor ve bundan kıllanıyor olmayalım? Böyle değilse de, bize ne! Boğuluyorsan girme Sedef-Mehmet Ali Erbil çifti konusunda Nur Çintay A.'nın dedikleriyle ilgilenmeyeceğim. Onlar için söylediği "sanki kendileri de sıkılıyorlar" sözünü neye dayandırdığını bile sormayacağım. Herhalde sürekli yanlarında, başbaşa kaldıklarında nasıl bir hayatlarının olduğunu biliyor, filandır. Ama Zuhal Olcay-Haluk Bilginer çiftine de laf etmesi, doğrusu akıllara durgunluk verecek bir vaziyet. Birçok erkeğin peşinden koştuğu bir kadınla birçok kadının peşinden koştuğu bir adam, bu kadar uzun zaman, üstelik, çalkantılı zamanlar da geçirerek, ama ille beraber olmak isteyerek, uğraş didin, bir âlem yaratıyorlar kendilerine; bizim her şey hakkında müthiş bir fikri olan güncel düşünürümüz, "Of, bu ne boğucu bir uyum!" diye bağırıyor. Haluk Bilginer'in bir söyleşide sarf ettiği sözleri aktarıyor: "Sevinçlerimiz özlemlerimiz aynı. Zuhal bir oyuna çalışırken neler yaşadığımı iyi biliyor. 'Niye konuşmuyorsun, derdin ne' demiyor. Onun da bana anlatması gerekmiyor." Nur Çintay A.'nın tepkisi: "Eyvah! Bu durumda hiç konuşmak gerekmiyor!" Çintay A.'nın bu "eyvah"ının sahiden içten geldiğini sanıyorum. Çünkü kendisi çok, ama çok fazla konuşuyor. Her şey hakkında konuşuyor. Başka insanların mahremiyeti, muhtemel ölümü hakkında bile uluorta konuşuyor, gördüğünüz gibi. Psikolojik yardım gerekiyor İnsan, bir arkadaş meclisinde bile başkaları hakkında bu şekilde atıp tutarken zaman zaman rahatsız olur. Bir köşeden onu bunu izleyip insanlar hakkında, "of, ne kadar sıkıcı bunlar!" diye tantana etmek, hizmet olsun diye söylüyorum, psikolojik yardım gerektiren bir hal. Psikoloğa gitmek güncel "çılgın gibi"liğin ayrılmaz parçası olduğuna göre, sakınca yok. Ama hezeyanlarını gazete sayfalarında koskoca manşetlere dönüştürmek, münasebetsizliğin ötesinde, ciddî bir saldırı. Eğer ben de Nur Çintay A. ve benzerlerinin kendilerinde gördüğü hakları kendime tanısaydım, âdetâ "sıkılmamaya" adanmış bir hayat süren bütün bu güruhun kendi kendilerine kaldıklarında nasıl vakit geçirdiklerini, ilişkilerindeki heyecanları, fantezileri şunları bunları araştırırdım. Öyle sanıyorum ki bu araştırma pek uzun sürmezdi. Toparlayalım. Radikal Cumartesi'de yapılan iş, tamamen, insanların özel hayatlarına bir saldırıdır. Üstelik, saldıran, saldırdığı şey hakkında hemen hiçbir fikir sahibi olmayan, kendi cehaleti ve kavrayışsızlığı yüzünden başkalarının hayat tercihlerini "sıkıcı" filan bulan, kendi değerli bulduğu hayat tarzını -neyse o artık- üstün, başkalarınınkini değersiz gören, bütün bunları da basıp çoğaltarak başkalarına yaymakta sakınca görmeyen, gayet düşüncesiz biridir. Acı olan, Nur Çintay A.'nın bu haltları arkadaş meclislerinde değil gazetede yiyebilmesidir. Nur Çintay A. ve benzerleri, "ayıp" lafının artık bir an önce "öbür tarafa gidip" dünyayı kendilerine bırakması gereken yaşlılar ve yaşlı ruhlular güruhuna ait bir dinozorluk olmadığını kavrayabilecek gibi görünmüyorlar. Bu yüzden fena halde ayıp etmeye devam edeceklerdir. Yine de iyi niyetli olalım. Allah, Nur Çintay A. ve benzerlerine de "biri gittiğinde öbürü de bu tarafta kalamayan" çiftlerden birinin parçası olmayı nasip etsin. Belki böylelikle huzur bulurlar da başka insanları rahatsız etmezler. Biz de Türkiye'nin en doğru dürüst gazetesini okurken bunların yüzünden kendimizi arkadan hançerlenmiş hissetmeyiz. (10 Ŝubat 2002) |