Hürriyet genel yayın yönetmeninin cinayetten çıkardığı ders
Özkök "zencilere" karşı uyardı

 

Türk basınının lider gazetesi Hürriyet, pek çok başka durumda olduğu gibi, ızeyir Garih cinayetinin ardından yaşanan keşmekeşin içinden de bir "doğrultu" çıkardı. Gazetenin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, Garih cinayeti zanlısı Yener Yenmez'in yakalanması üzerine yazdığı yazıda (5 Eylül), "Bu, ıstanbul'un ilk Harlem terörü" dedi.

Özkök'ün dediklerini kısaca özetleyebiliriz:

Giderek bir "mega metropol" haline gelen ıstanbul'da, "ımraniye ve Gaziosmanpaşa gibi siyasî gettolardaki terör azalırken, karşımıza yeni bir terör tipi çıkacaktır. Bu da 'Harlem terörü'dür."

"Geleceğin teröristleri adi suçlular olacak," dedi Özkök.

ızeyir Garih cinayetini "amatör bir detektif duygusuyla izlediğini" belirten Hürriyet genel yayın yönetmeni, polisin Garih cinayeti soruşturmasındaki çuvallamalarını da, yazıişleri tartışmasında dile getirilen bir görüşü aktararak açıkladı: Polis, siyasî terör örgütleri konusunda o kadar uzmanlaşmış ki, adi suçlarda geri kalmış, bütün ilgisini siyasî teröre sarf ettiği için.

Bu uzmanlaşmanın nasıl bir uzmanlaşma olduğunu ve temel yöntemlerini sahiden bilenler için bunun tartışmasına girmek bile fuzulîdir. ıstünde durmayacağız.

Garih cinayeti, Suna katliamı

Özkök'ün Garih cinayetini, birkaç gün içerisinde bunca insanın helak edildiği bir medya rezaleti olarak değil de "amatör bir detektif duygusuyla" izlemesi kimseyi şaşırtmamıştır herhalde. Aynı sırada cereyan eden Fuat kıyımı ve Suna katliamı onda muhakkak ki böyle amatörce izleme duyguları uyandırmamıştır. O genç kadının, üzerine doğrultulmuş kamera ve mikrofonlar karşısında kapıldığı paniği izlerken, belki de dünya basın tarihinin en büyük yüz karalarından birinin vücut bulduğu o meşum sahneyi izlerken, en büyük medya kuruluşlarından birinin başındaki insan olarak, utanma, sıkılma gibi duygulara kapılmayacağını, "amatör detektif duygusunu" veya benzeri duyguları sürdürebileceğini, hattâ eğlenebileceğini biliyoruz kendisinin.

Ancak demek ki, Garih cinayeti ertesinde "büyük gazete" genel yayın yönetmeninin kapıldığı tek duygu o detektiflik duygusu değilmiş. Bazı korkular da girmiş devreye.

Bizimkiler, onlara karşı şöyle yapın!

5 Eylül'de Hürriyet'te, Yener Yenmez haberleriyle aynı sayfada yeralan "öneri"den sözedeyim. Başlık: "Az para taşıma teorisi doğrulandı". Özeti: Suç oranının yüksek olduğu yerlerde yanınızda "az para" taşımalısınız. "Şüpheli bir kişi" yaklaşıp, kendisini şüpheli olmaktan çıkararak, şüpheye yer bırakmayacak şekilde para isterse, ona bu "az para"yı vererek hayatınızı kurtarabilirmişsiniz.

Yani "onların" bulunduğu yerlere girer çıkarken uymanız gereken kurallardan biri. ABD'ye gidecek yurttaşlarına "Batılı ülkeler" buna benzer tavsiyelerde bulunuyorlarmış.

Toplumu çoktan ikiye bölmüşüz, bir tarafa kendimizi, öbür tarafa "onları" koymuşuz da, korunma tedbirleri tasarlıyoruz...

Teşhis açık. Gazetenin genel yayın yönetmeni, kafadan "Harlem" diyor. Belki sonradan yumuşayıp, "zenci" yerine "Afro-Amerikan" tabirini kullanan ama mahallelerinde onlardan birini gördükleri zaman hemen polis çağıran medenî Amerikalılar gibi davranır, Eyüp "teröristlerinin" de toplumsal nedenlerle bu yola itildiklerini falan yazar. Bilemiyorum. Ama bugünlük, bize "Harlem"i hatırlatmayı daha gerekli görmüş.

Özkök'ün "Harlem" lafını edişiyle, medyanın önce 13 yaşındaki Fuat'a, sonra uzun süre "Pınar" diye teşhir ettiği, 6 günlük sorgudan bitkin halde çıktığında da o korkunç saldırıyı yaptığı Suna'ya reva gördüğü muamele arasında güçlü bir ilişki var. Bunu bilesiniz.

Yine, üçüncü sayfa gazeteciliği

Medyanın insana en kötü muameleyi ettiği yerin, sanıldığı gibi devleti kollamaya yönelik "terörist" haberleri değil, üçüncü sayfa haberleri olduğunu ısrarla izah etmeye çalışıyorum. Siyasî manipülasyon haberlerinde medyanın maksatlı, planlanmış, kurulmuş dili hemen sırıtır. Yalanlar daha açıktır. Çerçeve daha belirgindir.

Oysa üçüncü sayfa gazeteciliği her türlü insanın her türlü trajedisini sadece ve sadece malzeme olarak görür, insana tamamen duyarsızdır, iki fotoğraf yayımlama (veya "canlı yayına çıkarma") uğruna trajediye trajedi katmaktan kaçınmaz. Bu korkutucu sorumsuzluk çizgisi bugün maalesef insanlıktan tamamen çıkmış muhabirler üretmiş bulunuyor. Suna'nın bitkin bedenine silah (kamera, mikrofon, fark etmez) doğrultan muhabirler, ciddî tedavi görmesi gereken yaratıklardır. Onları bu yola iten şefleri de.

Ne Üzeyir Garih cinayetinin hemen ertesinde yaşamaya başladığımız insanî trajediler ne bu işlerde medyanın rolünün ilk andan itibaren bunca açık oluşu ne bunun ilk defa böylesine yaygın bir şekilde dile getirilmiş oluşu, gazete yöneticisinin "amatör detektif duygusu"nu bozmuyor. Aksine, "katil kim?" oyunuyla yetinmiyor, bundan sonrasına ilişkin öngörülerde de bulunuyor: Yanınızda az para taşıyın, isterlerse verin, polis de adi suçlara ilgisini artırsın, yoksa bunlar ileride başımıza belâ olacak, diyor.

"Zenci" demeyiz, buluruz bir şey

Bunlar? Yani Harlem'de yaşayanlar. Yani bizim "zenci"lerimiz. Ama biz onlara "zenci" demiyoruz. Beyaz Amerikalılar da artık böyle demiyor. Onlar "Afro-Amerikan" diyor, biz de buluruz diyecek bir şey. "Müslüm'cüler" deriz, "jiletçiler" deriz, "tinerci" deriz, hiçbir şey bulamazsak "onlar" deriz. Ya da işte, "Harlem" der, kelimenin çağrışım gücüne güveniriz.

Valla hakkını verelim: Adını Özkök koydu.

Bu başarıyı, Serdar Turgut'un steril orta sınıfına ithaf etmeli belki de.